SAYFALAR
▼
17 Aralık 2023 Pazar
NEFES YER EKSİ İK: HAMASETSİZ HAMASET
Sinemamızın her gün biraz daha serpildiğini, genişlediğini, büyüdüğünü görmek sevindirici. Geçmişte bir müddet, aşk üçlemesi daram ve komedileri çıkmazında avunduk. Cinsel içerikli filmler seyirciyi darmadağın etti. Daha sonra “kriz entelektüel” tabir edilen bir yönetmen sineması bunalımı yaşadık. Derken festivallerde film seyrederek yetişen “Batı Avrupa sineması” hayranı bir yönetmenler kuşağı, örnekleri çok önceleri mükemmelen çekilmiş ve tüketilmiş modern Batı sinemasını taklit etti ve seyirci yine ikiye bölündü: anlayanlar anlamayanlara anlatsın dönemini böyle idrak ettik. Bir ara tiyatro ve sahne sanatlarından gelen popüler sanatçılar yönetmenliğe soyundu ve piyasa işi filmlere imza attılar. Bu filmler festivalleri canlandırırı gibi oldu ama sonunda televizyon dizileri ve sanal sinema platformları oyunun kuralını tümden değiştirdi ki bundan daha önce bahsetmiştim.
Bütün bu macera boyunca, sinemamızın es geçtiği önemli bir husus vardı: sinemada “tür” denilen bir olgu vardır. Bu türler kendilerine has
temaları, anlatım tarzı ve çekim teknikleri, hikâyelerinin benzerliği, karakter yapıları gibi özellikleriyle diğer türlerden farklılaşırlar… Bu yüzden Yeşilçam filmleri birkaç türe sıkışıp kalmış bir ekol olmasına rağmen seyircilerin beklentilerini karşılayabilen yapıya
sahipti.
Nefes: Yer Eksi İki filminin seyrederken Türk sinemasında nihayet “aksiyon” türünün yeniden keşfedildiğini ve bunun özel bir katmanı olana savaş filmlerinin ise doruk noktasına tırmandığını fark ettim.
Murat Yıldırım (Tayfun Yüzbaşı) ve İlker Aksum (gazeteci) gibi değerli, yetenekli ve halis oyuncu kumaşına sahip iki aktörün başı çektiği bu savaş aksiyonu, Türk sineması için yepyeni bir aşama. Daha önce benzer adla çekilen “Nefes Vatan Sağolsun” filminden birkaç gömlek üstün aksiyon sahneleriyle her dakika çatışmaların içindeymişiz gibi hissetmemizi sağlayan Nefes Yer Eksi İki, askerlerimizin kuş uçmaz kervan geçmez dağlarda, hain pusulara, şeytani tuzaklara nasıl göğüs gerdiklerini sağlam bir sinema diliyle anlatıyor.
Hiçbir abartmaya gerek duymadan ifade ediyorum, filmin nasıl başladığını, nasıl bittiğini bile fark edemiyorsunuz! Ta ki, düğününde, şehit komutanının fotoğrafı önünde zeybek oynayan yiğit Mehmetçiğin (Arda Anarat) size doğru attığı o bakış kalbinizi delip geçene kadar… Sonra aklınızda gelincik tarlalarında yürüyen askerlerin hayali beliriyor…
Yine hiç abartmadan söylüyorum, vatanı için hayatını ortaya koyan kahramanları anlatan bir filmde hiç hamasete düşmeden bu kadar muhteşem bir hamaset yapılabilir miydi? Yapılabilirmiş demek ki… Demek ki, Türk sinemacıları da savaş filmi çekebilirler, muhteşem finallerle kahramanlarının unutulmazlığını 7. Sanatla izleyicini kalbine kazıyabilirlermiş. Bu bağlamda filmin yönetmeni Ozan Uzunoğlu’na beş yıldız!
Setem 20 yaşında
Türk sinemasındaki yılan hikâyesine dönen telif meselesine doğru bir yaklaşım getirerek Türkiye’de “eser sahibi” durumundaki sanatçıların sanat eseri üretilirken aldıkları ücret haricinde eserin tekrar tüketildiği her defada teliflerinin işlemesi konusunu gündemde tutan, konu üzerinde çalışan diğer kurumlarla yasasındaki eser sahipliği tanımının değişmesinde emeği olan SETEM (Sinema Televizyon Eser Sahipleri Meslek Birliği) 20. Yaş gününü Atlas Sineması’nda düzenlenen bir etkinlikle kutladı. SETEM’in kuruluş aşamasını anlatan bir belgeselin de gösterildiği geceye
ünlü yönetmen Korhan Yurtsever, yapımcı Güven Yurtsever, oyuncu Gülsen Tuncer (aynı zamanda geceyi sunarak renklendirdi) yönetmen Engin Ayça gibi sinemacılar da katıldı.
Belgeseli izlerken aklıma, 1987 veya 88’de Türk Edebiyatı Vakfı’nda zamanın Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Aytuğ İzat ile “Sanat eserinin sahibi sanatçıdır” ana fikri etrafında bir konuşma yaptığımızı hatırladım. Çünkü İzat, fikir ve sanat eserleri konusunda yapılacak yasada, sanat eserinin
sahibi yapımcıdır ibaresi olacağına dair bir madde olduğunu söylemişti. Ona, sinemadan örnek vererek, “Bir filmin sahibi nasıl yapımcı olur? Yapımcı malın (materyalin) sahibidir. Sanat eseri, sanatçınındır.” Dediğimi bugün gibi hatırlıyorum. O günlerden bu günlere tabii ki çok şey değişti ama 1995 yılından önce sanat eseri sahibi olanlar asla haklarını alamadılar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder