SAYFALAR

26 Şubat 2023 Pazar

Döneceksin Ede!

Büyük depremlerden sonra gelen artçı depremlerin yavaş yavaş küçülmesi gibi, yediğimiz büyük psikolojik darbeden sonra gelen artçı darbeler de her gün biraz daha küçülüyor. Fiziki olarak darbe ne kadar küçük olursa hasar o kadar azalıyor ama psikolojik olarak aynı şeyin olduğunu söylemeye imkân yok.

Çünkü zihin, tekrarlayan küçük psikolojik “artçı” darbeleri biriktirerek insan tahammülünü yıkacak bir yük haline getirebilir.

Her zaman örnek verilen su bardağını tek kolla tutma metaforunu şöyle şekillendireyim. İçi boş bir bardağı kolunuzu uzatmış tutuyorken içine yarım bardak kaynar kurşun dökülmüş olsun. Bardak ağırlaşacak aynı zamanda çok ısınacaktır. Bırakmıyoruz. Parmaklarımız avucumuz yana yana bardağı tutmaya devam ediyoruz. Bu arada küçük damlalar asimetrik aralıklarla bardağa düşmeye devam ediyor… Bardak dolup taşmayacak ama biz kolumuzu ileriye doğru uzatıp onu tutmaya devam edeceğiz…

Klasik anlatımlarda, anlatıcı sorar. “Kolunuz çok acımaya başladığınızda ne yapmalısınız?” Cevap verir. “Bardağı bırakmanız gerek!”

Şunu hepimiz biliyoruz ki, depremin elimize tutuşturduğu travma bardağını hiçbir depremzede bugüne kadar bırakabilmiş değildir. 99 Depremini yaşayan pek çok tanıdığım 6 Şubat Depremi’nden haberdar olduğunda psikosomatik tepkiler göstermeye başlayıverdi.

Uzun yıllar haberleşmediğimiz 99 Depremi mağduru bir arkadaşım telefonda bana, depremde Maraş’ta olup olmadığımı, ailemde kayıp olup olmadığını birkaç dakika konuştuktan sonra yaklaşık iki saat boyunca travmatik anılarını anlattı.

Kahramanmaraş Depremi, onda, kendi yaşadığı deprem travmasını tetiklemişti.

Depremlerden sonra şoku en çok hisseden ve çok canı yanan her bir Kahramanmaraşlı, Adanalı, Gaziantepli, Şanlıurfalı, Diyarbakırlı, Hataylı, Malatyalı, Adıyamanlı, Osmaniyeli, Kilisli, Elbistanlı için, ki bu 10 milyonu aşkın insan demektir, ev yapmak, dua etmek, destek vermek ve benzeri desteler acılarını dindirmeyecektir. Biz ne kadar teselli etsek de…  

O acıyı hep içlerinde taşıyacaklar.

Diğer illeri bilmem ama bilhassa Kahramanmaraş’tan asla ama asla ayrılmayacak, “damarımı kessen Maraş diye akar” dediğini bildiğim akrabalarım, Mersin, Antalya, Alanya, Ankara, İstanbul ve daha pek çok illerden dönmeyecekler gibi konuşuyorlarr… İçlerinden bir akrabam bana şunları söyledi:

“Dönmeyeceğim Ede*! Çünkü benim için hayatın anlamı değişti! Elli iken elsiz, evli iken evsiz, varlıklı iken varlıksız, misafirperverken misafir, hemşeri iken garip… varlıklı iken yoksul oldum… Kulaklarımda depremin uğultusu, enkaz altından çığlıklarını duyduğum akrabalarımın, komşularımın yokluğu ve zihnimde karanlığa gömülen şehrimin son hali hiç silinmeyecek… Beni Maraşlı yapan hiçbir şey kalmadı!”

Bu sözler karşısında sadece sustum. Çünkü milli kurtuluş savaşının ateşlemiş ve “Kahraman” sıfatı milleti tarafından kendisine layık görülmüş Maraşlı Edeler eninde sonunda şehri yeniden şenlendireceklerdir. Ama şimdi bize düşen görev, bütün depremzedelerin şehirlerine dönecekleri ortamı yaratmak kadar, onlara travmalarını atlatmalarında destek olmaktan daha fazlasıdır…

Ede: Kahramanmaraşlı erkeklerin birbirine “kardeş” anlamındaki hitap sözü.

 ****

GÜNÜN SÖZÜ

Maraşlıların Bayramı yazısından…

 “Gerçi eskisi gibi Fas’a, Yemen’e kadar ayakkabı ihraç etmiyor; kendi derisi yetmediği için ta Çin’den ithalat yapmıyor. Fakat hüner ve bilgi duruyor. Artık Arabistan çöllerine kadar cins atları bir mücevhere benzeyen Maraş eyerleri süslemediği için saraçlar azalmış. Fakat meraklı seyirci her ne pahasına olursa olsun ecdat mirası sanatlarını devam ettirmekten hoşlanan ustaların dükkânına girince, bir eski zaman hazinesinden bir köşe açılmış gibi bu eyerlerin parıltısıyla karşılaşıyor.

Küçük, her hâlinden bir esnaf topluluğunu idare için yapıldığı anlaşılan, fakat çok temiz üsluplu ve bir yüzük taşı edalı bir cami’in -evkafın kulakları çınlasın, hâlâ tamir ettiremiyor- etrafında bu çarşı, bugünkü hâliyle dahi, Anadolu şehirlerinin dünkü manzarasını insanda yaşatabiliyor. Anadolu şehirleri esnafın idare ettiği ve yaşattığı topluluklardı. Fakat Maraş çarşısının başka bir hususîliği de vardır. Hangi dükkâna giderseniz gidin, bir kahramanla veya onun çocuğu yahut torunuyla karşılaşıyorsunuz. Yirmi beş yıl önceki destanın canlı bir tarafını dinliyorsunuz. Kahramanlık, -tıpkı Erzurum’da olduğu gibi, tıpkı ilk silahı patlatan ve sonuna kadar dağdan inmeyen garp vilâyetlerinde olduğu gibi- o kadar herkesin malı ki, en olmayacak hikâyeleri dinlerken bile insana karşısındakinin övündüğü duygusu gelmiyor. Zaten onlara göre, kahraman kendileri değil ki; kahramanlığı yapan şehir. Her şeyi onun için istiyorlar…”

Ahmet Hamdi TANPINAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder