Cenk Sezgin ve konukları (Ftgrf: Ufuk Cebeci) |
Türkiye’nin
Oscar aday adayı Ayla filminin, adeta “Dünya Prömiyerinin” yapıldığı Bodrum
Türk Filmleri Haftası yedinci defa yapıldı. Üçüncüsüne de davet edildiğim bu
özel sinema etkinliğini, geçen yıllar içinde kendini aşarak daha yükselmiş
buldum. Bodrum Türk Filmleri Film Haftası’nın ardında sinemacı bir ailenin
durduğunu yavaş yavaş herkes duyup öğrenmeye başladı: Sezgin ailesi. Cenk
Sezgin, Ayşegül Sezgin ve Gülce Sezgin…
Cenk Sezgin,
Türk Sinemacılığı için sessiz sedasız çalışan bir “emekçi”. Bodrum Türk
Filmleri Haftası için yedi yıldan beri ailesinin desteğini de alarak, maddi ve
manevi gücünü esirgemeden kullanıyor. Gerektiğinde bir planlamacı, bir
organizatör… Gerektiğinde konuklarını bizzat karşılayarak transfer eden
mütevazı bir ev sahibi… Gerektiği için sinema salonlarının tekelde toplanmasına
karşı duran bir direnişçi olarak duruş sergiliyor.
Bundan dört
yıl önce 3. Bodrum Türk Filmleri Haftası’na davet edildiğimde tanışmıştık.
“Cenk Sezgin” diye takdim edildiğinde aklıma ister istemez tok sesi ile
söylediği türküleri dinleyerek büyüdüğümüz Ahmet Sezgin gelmişti. Oğlu muydu?
Sordum ve evet, oğluydu. Benim için mutlu bir andı çünkü çocukluğumda radyodan
türkü dinleyerek büyüdüm ve Ahmet Sezgin’in türkü zevkimi yapan sanatçılar
arasında apayrı bir yeri vardı! Ne miydi o türküler: Gele gele geldim anam bu
kara taşa, Bir Of Çeksem Karşıki Dağlar Yıkılır, Değmen Benim Gamlı Yaslı Gönlüme,
Turnam Yükseklerden Uçar, Pencereden Kar Geliyor, Niye Çattın Kaşlarını, Kara
Bahtım Kör Talihim, hele de “Kahverengi Gözlerin”!
Sokaklarda
içimden gelen, “Bu insanla konuş!” sesine uyduğum zaman mutlaka mutlu bir
tesadüfle neticelenir o konuşma. Merkezine ulaşmak için hep geçmek zorunda
kaldığım Mecidiyeköy’ün arka sokaklarında, bir ayakkabı boyacısı daima aynı
yerde bir pilli radyo hep açık, müşteri beklerdi. Ben de hep bir gün bu adama ayakkabımı
boyatacağım diye düşünürdüm. O bir gün geldiğinde, aramızda o kadar ilginç bir
sohbet gelişti ki, o boyayı ben de gideceğim yeri unuttum. Çay geldi, radyo
açıldı, Ahmet sezgin okuyor: Deryada Bir Salım Yok…
“Orhan Gencebay’ın bestesi bu değil
mi” bu diyorum. Ayakkabı boyacısı sazı eline bir aldı ki neler
öğrendim. Meğer Orhan Gencebay, daha çok genç bir sanatçıyken Ahmet Sezgin'e, Yücel Paşmakçı, Hamdi Özbay, Tuncer
İnan, Mehmet Erenler, Musa Eroğlu, Arif Sağ, Nida Tüfekçi ve Zafer Gündoğdu
gibi eşlik eder, arkasında saz çalarmış…
Cenk
Bey’e bunu hatırlattığımda hüzünleniyor ve “Öyle ama cenazesine bile gelmedi”
diyor… Hatıralara daha fazla dalıp
sohbeti bir geçmiş zaman tüneline, talihli-talihsiz tesadüfler nakline
çevirmemek için ilk sualimi soruyorum.
Eşiniz
Ayşegül Hanım'a, Cenk Bey hakkında bir makale yazmayı düşünüyorum ama bana
bilhassa aleyhinde bilgi ve dedikodu lazım dedim. Anladığım kadarı ile eşiniz
bunu bir röportaj talebi olarak algılamış ve işte yüz yüzeyiz.
CENK SEZGİN:
Bana sorun, ben hepsini söyleyeyim size. Lehimde ve aleyhimde konuşulan her ne
varsa…
Onlar neler
diye sormayacağım çünkü önce biraz içimi dökeyim:
Bodrum Türk Filmleri Haftası –birkaç istisna dışında- Türkiye’deki domates, kiraz,
maydanoz festivallerini andıran sinema etkinliklerinin sınıfında değil.
Festivallerde bir kısır döngü söz konusu. Adeta büyük bir festival merkezi var
ve “Franchise” usulü, her ülkeye bir ana bayilik ve sonra her şehre, her ilçeye
ve neredeyse her beldeye bayilikler veriyor. Deyim yerindeyse “Franchise Festivaller”
çağına girmiş gibiyiz. “Nasıl bir film?” sorusu ile “Kahvenizi nasıl istersiniz?”
sorusu arasında fark kalmıyor. Bir kitle sanatı olan sinema, dar ve birbirinin
kopyası muhitlerde kendini tatmin etkinliği girdabı içinde boğuluyor! Gösterilen
eserler, “Franchise Festivalleri” paketi içinde, seyirci derdi taşımayan,
emperyalist odaklarda üretilen sureta, insan haklarından, evrensel sorunlardan
söz eden, yine birbirinden kopyalanmış minimal yapımlardan oluşuyor. Festival festival dolaştırılan bu filmler, katıldıkları
festivallerde ayrı ayrı dallarda (mesela en iyi film, yönetmen, senaryo, oyuncu
vs.) ödüller alıyor! Bu sadece bana mı tuhaf geliyor? Uluslararası onlarca jüri
hemen hemen aynı gerekçelerle ayrı ayrı filmleri taltif ediyorlar. Bir terslik
var ama bu kimsenin umurunda değil gibi…
-İşte tam da burada size dönüyor ve
soruyorum, Bodrum farklı. Türk Filmleri Haftası adı altında filmleri yarıştırmaması,
festival isminden imtina edilmesi özellikleriyle sade, iddiasız ama
fonksiyonel… Ümit ederim ki, bir gün bütün sinema camiasının dikkatini çeken bir
etkinlik haline gelecek. Nasıl
doğdu bu fikir?
Cenk Sezgin, eşi Ayşegül Hanım (sol başta), kızı Gülce ile Murat Cemcir ve Necati Kocabay. (Ftgrf: Ufuk Cebeci) |
CENK SEZGİN:
Sinema haftası yapma fikrini, eşim Ayşegül, bir dost sohbeti sırasında dile
getirdi: “Biz burada film haftası yapalım, hem filmleri ağırlayalım hem markamız
(Cinemarin Sinemaları) hem filmlerimiz tanınsın”. Bu fikir böyle doğdu ve
gelişti. Gayrı ticari bir platformda, insanların filmlerimizle yoğrulması
düşüncesi, çok sıcak geldi bize. O toplantıda Salih Kalyon Abi de vardı. Teşvik
etti, çok değerli katkılarda bulundu. İlk film haftaları sırasında burada
bizimle oldu. İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz tanıtım programlarında yalnız
bırakmadı bizleri. Film haftasını sahiplenmişti.
-Başlangıçlar
her zaman çok heyecanlı ama zordur…
CENK SEZGİN:
Bodrum Türk Filmleri Haftasını hayata geçme kararı verildikten sonra uzun bir
süre bunun üzerinde çalıştık. Nasıl organize oluruz, nasıl ağırlarız? Gibi…
Başlangıçta kendi kendimize bir sınavdı, “Bakalım bunun altından kalkabilecek
miyiz?” sorusu hiç yalnız bırakmadı… Birinci etkinlikten sonra başaracağımıza
kani olduğumuz gibi, ortaya koyduğumuz şenlik hali elbette hoşumuza gitti.
-Daima “Biz” diye anlatıyorsunuz.
CENK SEZGİN:
Her şeyden önemlisi ailece bu işe soyunduk. İnsanları el ele diz dize karşıladık.
Biz derken sadece ailemizin emeğinden bahsetmiyorum. Organizasyonu, imece usulüyle
başlattık. Birçok Bodrumlu, Bodrum Belediyesi, yerel idari kurumlar destek
verdi. Üç dört tur kadar böyle sürdü. Sonra etkinliğin çapı büyüyüp kadro
artınca, insan sesleri artmaya başlayınca, doğal olarak profesyonel destekler
almaya başladık. Türkiye Cumhuriyet Kültür ve Turizm Bakanlığından destekler
aldık.
-Maddi ve
ayni destekler yeterli oldu mu?
CENK SEZGİN:
İlk yıllarda zarar ettik. Bütçemizde açıklar oluştu. Daha sonra Bodrum Sinema
ve Kültür Derneği’nin katkısıyla telafi etmeye çalıştık. Hala kendi şirketimiz açıkları
karşılıyor. Mecburen, hem hamilik hem finansörlük yapıyoruz. Bundan şikâyetçi
değiliz. Parasal olarak temin edilemeyecek ilişkileri bu şekilde burada oluşturuyoruz.
-Türkiye'nin Oscar aday adayı “Ayla”
filmi, ilk defa Türkiye’de Bodrum Türk Filmleri Haftasında gösterildi. Bu
etkinliğiniz için zirve noktalarından biri. Çünkü herkes, ”Nasıl oldu da Ayla
Bodrum Türk Filmleri Festival’inde gösterildi” diye soruyor (Ayla’ya tekrar
döneceğim). Böyle bir zirveden sonra geldiğiniz nokta ve tatminkar mı? Bundan
sonraki planlarınız?
CENK SEZGİN:
Organizasyonu başlattığımızda sadece bir etkinlik yapalım, ne yapsak da
eğlensek demedik. Çok önemli bir misyonumuz vardı. Yeteri kadar salonla
buluşamayan Türk filmlerinin daha fazla seyirciye ulaşması için bir platform
oluşturma. Baştan beri ismiyle kurgusuyla farklı fikirlerle tartışsak da kendi
aramızda bu misyon hepimizin vazgeçilmez kırmızı çizgisiydi. Dolayısıyla biz burada,
Türk filmi etkinliği yapalım, basını davet edelim, sanatçıyı, yönetmeni hepsini
davet edelim, filmler duyulsun diye başlatmıştık. Çok şeyi başardığımızı
düşünüyorum. Özgün başladık, Bodrum’un kendi gibi, adı gibi özgün kaldık.
İkincisi, yüzün üzerinde yönetmen ve yapımcıyı ağırladık. Bunlardan bazıları
çok performanslı -Derviş Zaim, Türker İnanoğlu, Şükrü Avşar, Çağan Irmak, Ömer
Vargı, Yüksel Aksu, Birol Güven, Serdar Akar, Aytaç Ağırlar, Mehmet Aslantuğ
gibi- onlarla beraber aynı platformda pek çok yönetmeni, filmi tanıtma fırsatı
bulduk. Filmlerin hikâyelerini öğrendik. Seyirciye aktarmaya çalıştık. Bu çok
önemli. Filmi seyirci ile buluşturmak kolaydır. Çoğu seyirci filme girer çıkar
ama hikâyesini bilmez. Dondurmam Gaymak’taki gibi. Ben Dondurmam Gaymak’ın hikâyesini bildiğim
için normal bir seyircinin aldığı hazın beş katını alıyorum. Çünkü hikâyesini
bilirim. Seyirci de hikâyesini öğrendiğinde mutlu oluyor. Sonuç itibariyle ben
çok güzel bir yere geldiğini düşünüyorum, ama gelinebilecek yer bu mudur? O değil.
-Nasıl bir açılım olur bundan sonra?
CENK SEZGİN:
Yurt dışı pazarlar ulaşmaya çalıştığımız bir hedef. Yunanistan adası Kos, bunun
ilk adımı değil. Kos adımımızı, Türk sinemasının en yakın noktadaki, bir Avrupa
Birliği adasındaki kitleye sunulması olarak düşünüyorum. Türk sinemasının bu
gibi adımlarla çevresini genişleteceğini düşünüyorum. Kos bunun bir ayağı.
-Kos, küçük bir refleks, bir kanat
çırpışı, yuvadan uçma anlamına geliyor. Rodos galiba ikinci adım. Enteresan bir
şey, Bodrum’dan başlayıp adalara yayılmak… Avrupa'nın en ucundan, Türkiye ile neredeyse
öpüşme mesafesinde bir adadan merkeze doğru gitmek! Böyle bir şey var mıydı
kafanızda yoksa kendiliğinden mi oluştu?
CENK SEZGİN:
Kendiliğinden oluştu. Şu anda kafamızda olan, Türk sinemasının yabancı ülkelere
pazarlanması konusu ise bunun dışında farklı bir çalışma, etkinlik alanı.
-Politika düşünüyor musunuz?
CENK SEZGİN:
Hiç düşünmem. Becerebileceğim bir şey değil.
-Sinema işine girmeniz nasıl oldu?
CENK SEZGİN:
Sinema tamamıyla bir tesadüftü. Benim asıl mesleğim mühendisliktir. Bodrum’da
bulunduğum dönemde turizmcilik yapıyordum. Genç Girişimciler Derneği diye bir
derneğimiz vardı. Bodrum sinema günleri diye bir etkinlik yaptık doldu taştı. 92
veya 93 yıllarıydı. Bu işin ticari bir potansiyeli olduğunu fark ettik. Dernek
olarak ben teklifte bulundum ama yanlış hatırlamıyorsam bir tepki aldık ve
vazgeçildi. O senenin yazında babası geçmişte bizim aile doktorumuz olan Mehmet
Soyarslan Bodrum’a geldi. Oturduk konuştuk. “Neden sinema yapmıyorsun? Sana bir
makine bulurum. Site Sineması’ndaki koltukları değiştiriyorum, o koltuklardan
100 tane göndereyim” dedi. Kabul ettim. Koltukları
gönderdi, ertesi gün Site Sineması’nda yangın çıktı…
-Sinema salonunun sahiplerinin Türkiye’de
çok ciddi sorunları var. Bu işin vitrini, pazarlanması, seyirciyi memnun etmek sizin
işiniz. Peki, sizin sorunlarınız?
CENK SEZGİN:
Projeksiyon cihazlarına uygulanan özel tüketim vergisinden eğlence vergisine yaz
döneminde gösterilecek filmler üretilmemesinden, sinema seyircisinin sistematik
bir biçimde artış göstermeyişine kadar pek çok sorunumuz var. Ama bunun temel çözümü
iyi filmdir. Seyirci iyi filmi hemen fark eder. Talep oluşturacak film olması
lazım. Burada yapımcılara de (BKM, TAF, Avşar gibi senede 10 tane 15 tane film
üreten şirketler) görev düşüyor. Zihniyet değişikliği lazım. “Halk bunu
istiyorsa biz de onu istiyoruz” cümlesinin arkasına saklanmamak lazım. Bunu yaklaşım
şeklini aşmak gerekiyor. Trend oluşturabiliyor olmak lazım.
-Gelelim Ayla’ya. Bodrum Türk Filmleri Haftası’nın “Ayla” ile
buluşması nasıl oldu?
CENK SEZGİN:
Ayla filminden ben, Mustafa Bey ile bir başka vesileyle bir araya geldiğimizde
haberdar oldum. O zaman da Oscar beklentisi vardı filmin ama pazarlanma ve
dağıtım ayağında rotası tam çizilmemişti filmin. O zaman “Ayla” diye İnternet'te
sorduğunuz zaman, 2009’larda çekilmiş başka bir filmin ismi çıkıyordu. Ben
destek vermeyi teklif ettim. Pazarlamasına katkı olsun diye filmi Bodrum’da
etkinliğimizin ev sahiplerinden ve başkanı bulunduğum Sinema Salonu
Yatırımcıları Derneğinin de katkıları ile tanıtmayı teklif ettim. Filmin
yapımcısı Mustafa Uslu da önerimi kabul etti. Geçtiğimiz süreçte film öylesine
duyuldu ve patladı ki, aldı yürüdü. Bu gelişme de Bodrum Türk Filmleri
Haftasının az-çok katkısı olduğunu düşünüyorum, bu da etkinliğimizin oturduğu
temel konseptin doğru bir konsept olduğunu ispatlıyor. Filmleri yarıştırmak
değil, onları ağırlamak, tanıtmak ve pazarlanmasına yardımcı olmak…
Teşekkürler, başarılar Cenk Bey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder