İlyas Salman, Mariam Buturishvili |
Doğu mistisizmine, “Bu dünyanın kâşanesi kum üzerine kuruludur” ve “Gün
akşamlıdır, işte geldik, işte gidiyoruz” fikirleri hâkimdir.
Evren’i yaradan Tanrı karşısında, varlığın mesabesi hiçtir! Hint
mistiklerince doruk noktasına ulaştırılan hiçlik, Müslüman mistiklerce yeni bir
yoruma tabi tutulmuş ve yumuşatılımıştır: “Şu dünyadaki varlığımız ancak
O’nda fena bulduğumuzda bir anlam kazanır” denkleminde sabitlenmiştir. O’nda fena
bulmak için ise bu dünyanın anlık bir seyirden ibaret olduğu bilincine ulaşıp,
varlığın kum üzerine bina edilmiş bir köşk gibi sel geldiğinde (zaman akıp
gittiğinde) kayıp gideceği ve hiç yokmuş gibi olacağını idrak ve kabullenmek
gerekir…
George Ovashvili’nin Mısır Adası, bana göre mistik temelde acıklı bir şiir
söylüyor: her ne kadar yönetmen beyanlarında mistisizmden bahsetmiyor olsa da. Bazen sanatçı, amaçlamadığı bir şeye de ulaşabilir. Söyledikleri,
başka anlamlar çıkarabilecek hale gelir. Zannediyorum Ovashvili böyle
bir film yapmış…
George Ovashvili ne anlatıyor? Bakalım: Her bahar, karların erimesiyle
coşan Inguri Nehri’nin sürüklediği alüvyonlar, uygun yerlerde birikerek
adacıklar oluşturur. Yoksul çiftçiler bu adacıklarda mısır yetiştirir. Yaşlı
bir çiftçi (İlyas Salman) salıyla bir adacığa çıkar ve “Burası benim” gibisinden bayrak diker! Adamcağız adacıkta tarım yapıp yapamayacağını anlamak için toprağı
eşelerken bir sigara ağızlığı bulur. Temizler ve göğüs cebine koyar. Film boyunca 'zaman' ile ilgili endişeleri başladığında ağızlığı cebinden çıkararak elinde evirip çevirecek ve dalacaktır... Salıyla
taşıdığı malzemelerle bir baraka yapar.
“Dede bu ada kimin?” sorusuyla hikâyenin en can alıcı cümlesini bize verecek olan torunu (Mariam Buturishvili) kucağındaki bez bebeğiyle, ona yardıma gelir. Çocukluktan ergenliğe geçen bu kız, hayatı, aşkı, üremeyi, yaşam severliği, masumiyeti ve göreceli olarak “fitneyi” temsil etmektedir. Göğüsleri daha yeni yeni büyümeye başlayan torun, nehrin iki yakasında birbirlerine kurşun sıkan askerlerin dikkatini çeker. Dede silahıyla gözdağı verir ancak çatışmalarda yaralanan bir asker, gece gizlice adaya sığınır. Savaş böylece onlara da bulaşır. Dede yaralı sığınmacıyı diğerlerinden saklamak zorundadır. Üstelik o, kendilerinden olmadığı halde! Asker ile genç kız arasındaki cilveleşmeler dedenin elindeki çapayı havya kaldırıp ikisi arasında bir duvara dönüşmesiyle durulur!
Silah sesleri, gece kontrolleri, sığınmacının diğerlerinden korunması çabası gibi olaylar filmin dinamikleşmesini ve seyircinin dikkatini uyanık tutmayı sağlasa bile anlatılmak istenen bunlar değildir. Zaman hızla geçmektedir. Mısırlar olgunlaşmak üzereyken iklim sertleşmeye yüz tutar. Sel geldiğinde elde edilen her şey, “hiç” olacaktır! korkusuyla dede ve torunu erken hasat yapar. Ancak tabiat çığırından çıkar ve sular kabarmaya başlar…
“Dede bu ada kimin?” sorusuyla hikâyenin en can alıcı cümlesini bize verecek olan torunu (Mariam Buturishvili) kucağındaki bez bebeğiyle, ona yardıma gelir. Çocukluktan ergenliğe geçen bu kız, hayatı, aşkı, üremeyi, yaşam severliği, masumiyeti ve göreceli olarak “fitneyi” temsil etmektedir. Göğüsleri daha yeni yeni büyümeye başlayan torun, nehrin iki yakasında birbirlerine kurşun sıkan askerlerin dikkatini çeker. Dede silahıyla gözdağı verir ancak çatışmalarda yaralanan bir asker, gece gizlice adaya sığınır. Savaş böylece onlara da bulaşır. Dede yaralı sığınmacıyı diğerlerinden saklamak zorundadır. Üstelik o, kendilerinden olmadığı halde! Asker ile genç kız arasındaki cilveleşmeler dedenin elindeki çapayı havya kaldırıp ikisi arasında bir duvara dönüşmesiyle durulur!
Silah sesleri, gece kontrolleri, sığınmacının diğerlerinden korunması çabası gibi olaylar filmin dinamikleşmesini ve seyircinin dikkatini uyanık tutmayı sağlasa bile anlatılmak istenen bunlar değildir. Zaman hızla geçmektedir. Mısırlar olgunlaşmak üzereyken iklim sertleşmeye yüz tutar. Sel geldiğinde elde edilen her şey, “hiç” olacaktır! korkusuyla dede ve torunu erken hasat yapar. Ancak tabiat çığırından çıkar ve sular kabarmaya başlar…
Ve yeniden mısır ekme zamanı gelir. Başka bir çiftçi suların çekilmeye başlamasıyla
birlikte aynı yerde yeniden oluşan alüvyon adasına, tıpkı bir önceki yıl Dede’in
çıkıp bayrağını diktiği gibi bayrak diker. Toprağın tavını kontrol ederken kızın
oyuncak bebeğini bulur!
Gürcü yönetmen, Müslüman Doğu edebiyatlarının temel mecazlarından birini, bu dünyanın kum üzerine bina edildiği imgesini her yıl coşan suların
durulmasıyla oluşan ve her yıl sellerle akıp giden ada metaforu ile sinemasına
taşıyor. Torununun, “Bu toprak kimin” sorusu ise “Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun
ilk sahibi / Mal da yalan mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan” kavrayışını
andırıyor. Bu kavrayış, iki çiftçinin toprağı eşelerken buldukları,
kendilerinden öncekilerden kalan nesnelerle destekleniyor… Böylece
yönetmenin hikâyesi, minik göndermelerle beslenen tek bir metafora dönüşüyor.
Mısır Adası'nı bu şekilde okumak mümkündür. Ama mesela ekonomi temelli bir bakış filmi
hiç de böyle anlamayabilir. Mülkiyet ilişkileri, ilkel tarım toplumları gibi
ideolojik kavram ve argümanlara dayanarak Mısır Adası’nın bambaşka şeyler
anlattığını yazabilir: “Doğanın iradesiyle emekçinin iradesi çatışması”
hakkında okumalar yapabilir.
Etnik çatışmalara dikkatini bağlayan bir başkası öyküyü o açıdan değerlendirme lüksüne sahiptir. Filmin, “Birbirinizi ne yiyorsunuz? Bu
toprakların bizden önce sahipleri vardı, bizden sonra da sahipleri olacak ve
buna biz karar veremeyeceğiz! Öyleyse savaşmak neden?” demek istediğini
söyleyebilir. (Üstelik Madagaskar adası kadar yüz ölçümüne bile sahip olmayan bu
coğrafyada Çerkes, Abaza, Nogay, Karaçay, Kabartay, Balkar, Oset, Çeçen-İnguş,
Azeri, Ermeni, Terkemen, Dağıstan vb. halkları
yaşıyor.)
Mitolojik okumayı tercih eden başkası, Mısır Adası'na apayrı anlamlar yükleyebilir. Sisifos’un
(Sysyphus) makûs talihinden yola çıkarak meseleyi “Varoluşçuluk”a bağlar hatta belki, “Tüm anlamsızlığına rağmen insan hayatı yenmek zorundadır”
yaklaşımını ekleyebilir!
Ancak ben, yazıma esas aldığım gibi mistik yanı ağır basan
bir okumanın Mısır Adası filmini en iyi biçimde anlattığı fikrindeyim…
Oyuncular üzerine birkaç söz: Yönetmeni, minnacık bir kızın (Mariam
Buturishvili) olgunlaşma aşamasındaki bedenini, film bağlamında gerekmediği
halde çırılçıplak gösterdiği için protesto ediyorum!
Aynı yönetmeni, İlyas
Salman gibi zor bir oyuncuyu yönetmesindeki başarısı sebebiyle kutluyorum.
İlyas
Salman, bir iki kelime dışında söz söylemediği film boyunca beden dili ve yüz
ifadelerini kullanarak oyunculuğunun doruklarına ulaşıyor: canlandırdığı yaşlı
çiftçi karakteri ve ona hayat veren oyuncu olarak, sinema tarihindeki üstün
performanslar galerisinde yerini çoktan aldığını düşünüyorum. Sinemamızın ünlü
yönetmenlerinin unuttuğu veya görmezden geldiği nevi şahsına
münhasır aktörün, Türkiye adına aday olan ve ‘beyaz Türkleri’ anlatan Kış
Uykusu’ndaki "konuşkan" meslektaşına rağmen, Gürcü bir yönetmen marifetiyle, sinemanın Mısır Adası 'Oscar’a çıkmasını çok ironik ve
çok dokunaklı buluyorum.
KÜNYE:
Mısır Adası (Simindis kundzuli / Corn Island) - Yönetmen: George
Ovashvili - Senaryo: Roelof Jan Minneboo ve George Ovashvili - Müzik: Iosif Bardanashvili - Görüntü Yönetmeni: Elemér Ragályi - Oyuncular: İlyas
Salman, Tamer Levent, Mariam Buturishvili / Dram, 100 Dk., Gürcistan - 2014 / Türkiye'de gösterim başlangıcı 2 Ocak 2015
http://www.imdb.com/title/tt1863192/?ref_=fn_al_tt_1
http://www.imdb.com/title/tt1863192/?ref_=fn_al_tt_1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder