SAYFALAR

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Ateş düştüğü yeri yakar, “Ateşin Düştüğü Yer” Türk Sinemasını (*)

Türkiye’nin her bir tarafı denizdir ama denize sırtımızı dönüp otururuz ya… Akdeniz bölgesinde boydan boya uzanan portakal bahçeleri vardır ve bugüne kadar Türk sinemasının bir tek sahnesi bile o bahçelerde çekilmemiştir. Ta ki Muğla’nın Fethiye İlçesinde bir portakal bahçesinde işçi olarak çalışan beş çocuk babası Osman, eşi Hatice, ansızın rahatsızlanan on yedi yaşındaki kızları Ayşe hayatımıza girene kadar… 


Sanki 100 yıllık ihmal için özür diler gibi bu talihsiz Elazığlı aile hayatımıza muhteşem bir plan-sekansla girer… Yönetmen İsmail Güneş’in Türk ve belki dünya sinemasında örneği bulunmayan bu nefis plan sekansı, bahçede düşüp bayılan ve hastaneye kaldırılan Ayşe’nin kendisini hamile bırakan sevgilisi Deniz’i sayıkladığı sahneyle çıplak bir dekorda yenilenir ve batılı drama kalıpları ile alay eder gibi tekrarlanır… Üstelik Deniz’in akıbetini öğrendiği bölümlerden bir yere yerleştirilebilecekken… 


Neredeyse gerçeküstücü bir tabloya dönüşen rüyadan da burada bahsetmeliyim: Ayşe eli böğründe boş odalarda gezinirken birden bir beşikle karşılaşır. Beşik tabut şeklindedir; kapağını kaldırır, içi su doludur. Suyun içinde yüzen ise geniş ailenin fotoğrafıdır... 

Güneş’in bu farklı drama algısı, filmin açılış sahnesi olan ip salıncağın gel gitleriyle, kapanış sahnesi olan ip salıncak sahnesine bağlanmayla belirginleştiği gibi, hayatımızdaki şiddet algısının avluda ayağa takılan bir taşın neredeyse bir aysberg gibi derinlerde bir gövdesi olduğunu vurguladığı mecazda da kendisini gösterir…

Giderek kendisi bir metafora dönüşür gibi olan hikâyeden şunu çıkartırız: Ayşe’nin hastalığı bir değil, ikidir; babası Osman’ın hayat karşısında duruşu ve tavrı bir değil ikidir; Ayşe’nin trajedisi bağlamında aile bir değil ikidir: bir küçük aile vardır bir de kökü Elazığ’da olan (tıpkı avludaki taş gibi aslı derinde olan) büyük aile vardır ki, Osman, derindeki o sert ve yerinden kıpırdatılamaz köke uymak zorundadır… 


Yollar hem geliş hem gidiştir ve bir yerden sonra Elmalı Konya ve Antalya diye çatallanır. Hayat ve aile algısı keza: Osman ve ailesi hastanede cebelleştikleri sırada yolları hastaneye düşen gezgin Almanlar -kimi zaman çizgisel olarak süren bu hayatın içinde- bir başka algıyı, bir başka yaşam biçimini işaret eder…

Öyküye dönecek olursam, Ayşe’nin (Elif Can Ongurlar) hem kalbi hastadır hem hamiledir. Kendi mantığı, ahlakı, neşesi içinde sürüp giden Elazığlı Osman’ın (Hakan Karahan) aile hayatı bu noktadan sonra mantıksız, çifte standartlı, kindar ve kıyıcı bir makineye dönüşür. Ana Hatice (Yeşim Ceren Bozoğlu) bile ailenin verdiği infaz kararına ses çıkartmaz! 

İnfazı bizzat Osman üstlenir. Yaşça kendinden küçük olduğu halde elini öptüğü amcası Ali’nin kırmızı renkli Amerikan arabasını (araç burada Amerikan mitosunun bir nesnesi değildir) emanet alan Osman, kızı Ayşe’yi dayısının yanına götürmek bahanesi ile yola çıkarır: Ayşe’i yolda zehirleyerek öldürecektir. Suyuna ilaç katar ama hemen öldürecek bir doz değildir. Bu yüzden baba ile kızı arasında uzun dağ yolculuğu sırasında kopan ilişki yeniden kurulur. Sevginin yeşermesi uzun sürmez…


Baba ile kızı arasındaki kaybedilen sevgi bembeyaz karlar üzerinde bir kan damlası gibi akıp giden (adeta ülkede öldürülen kadınların kanları gibi) kırmızı otomobilin içinde yeşermeye başlıyor evet ama hikayeyi mutlu sona götürecek midir? Güneş hem bu simgesel anlatımla hem kusursuz kar çekimleriyle inanılmaz bir atmosfer yaratıyor...

İsmail Güneş, son filmi Ateşin Düştüğü Yer ile kendini aşıyor. Görsel diliyle, hikâyesi ve diyaloglarıyla pırıl pırıl bir film ortaya koyuyor. Dengeli, sağlam ve akıcı bir dil kullanıyor. Geleneksel drama kalıplarından uzak durmaya çalışsa bile aklını kullanarak ustaların tavsiyesini yabana atmıyor. Alfred Hitchcock’un bomba örneği ile anlatmak istediğini başarı ile uyguluyor. 

Hitchcock şöyle der: Bir filmde aniden bomba patlatırsanız seyirci sandalyesinden zıplar ve birkaç saniye sonra heyecanı geçer. Ama bir kişinin kalabalık bir cafede bir masanın altına saatli bomba koyduğunu gösterirseniz seyirci her saniye o bombanın üstündeymiş gibi tedirgin oturur… Batılı drama kalıplarından kaçmasına rağmen sinemanın isterlerini iyi hesap eden Güneş, klasik dramatik gerginlik için evrensel bir dil geliştiren usta sinemacıya kulak veriyor.

Böylece Yönetmen Güneş ilk önce, “Ayşe öldürülecek mi, öldürülmeyecek mi?” gerilimini veriyor ve tam bu gerilimden kurtulurken bu defa baba kızının suyuna tarım ilacı katıyor. Ve yeni bir gerilim başlıyor: “Ayşe ölecek mi? Babası buna izin verecek mi? Ölmeyecekse nasıl kurtulacak?” Veya “Ayşe başka bir sebepten mi ölecek?”

Seyredin öğreneceksiniz dedikten sonra:

Bir: Filmin görüntüleri harikaydı. Aynı zamanda bir fotoğrafçı olan İsmail Güneş ve Ercan Yılmaz’ın işbirliğinin devam etmesinin umuyorum.

İki, Hakan Karahan: Bugüne kadar kendisine doğru dürüst rol verilmediği ve iyi bir yönetmen tarafından yönlendirilmediği için göz dolduramamış. Pek çok filminde İstanbullu bir asilzade, Nişantaşı ahalisinden bir zürefa gibi duran Karahan gitmiş yerine Elazığlı Osman gelivermiş… Bence Karahan’ı gidip bir de Ateşin Düştüğü Yer’de izleyin.

Üç: Filmde yardımcı erkek karakteri canlandıran Abdullah Şekeroğlu’nu keşfetmiş olduk. Erol Taş, Hayati Hamzaoğlu ve ara sıra Bilal İnci’yi hatırlatsa da geleneksel Yeşilçam tiplerinin çok çok üstündeki oyunu ile filmi yükselten karakter oyuncusu olarak öne çıkıyor.

Dört, Yeşim Ceren Bozoğlu: Sinemayı sevmek, görül vermek böyle bir şey demek ki. Yeşim Ceren'in Ateş’in düştüğü Yer’in iyi bir film olmasına katkısı o kadar büyük ki tarif edemem. Sürekli itilip kakılan, “çocuk olmadan anne olmuş” ve anneliğine doyamadan “ilk göz ağrısını” kaybedecek bir ana bu kadar mı güzel canlandırılır Ceren? Kocaman alkışlar…

Beş, Elif Can Ongurlar: Türk sineması için bir kazanç olarak defterlere kaydedildi. Bundan sonra yolunu, kendisini bir an yalnız bırakmayan ailesi ile birlikte çizecek. Tanrı vergisi güzelliğini, ailesinin desteği ve oyuncu olmakta göstereceği ısrarla birleştirirse yepyeni bir sanatçıya kavuşuruz.

Altı, Saki Çimen: Unutmak olur mu? Başarıyla yürüyor ve sinemaya çok şey katıyor…

Yedi: Filmdeki ağız çalışması çok başarılıydı. Elazığ ağzının tüm oyuncular tarafından bu kadar iyi konuşulması filmin başarısına büyük katkı sağlıyor.

Son Söz: Tebrikler İsmail Güneş. İlk ve iyi filmin Gün Doğmadan’ı ustan Natuk Baytan’a, son ve en iyi filmin Ateşin Düştüğü Yer’i yol arkadaşın Ömer Lütfi Mete’ye ithaf ettiği için… 
-------------------------------------------------------------  


(*) İronik olan şu: Türk sinemasının portakal bahçesinde çekilen bu ilk filmi ilginç bir kararla ve 0 puan verilerek Altın Portakal'a gönderilmedi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder