SAYFALAR

1 Mart 2012 Perşembe

Yusuf Kurçenli: Sensiz Yalnızlığımız Biraz Daha Arttı

Yusuf Kurçenli'yi şahsen ilk defa Varlık Film’in sahibi Metin Kondakçı’nın yanında gördüm. Eski Andon’un bir katında langırt oynuyorlardı. Metin Bey bizi tanıştırdıktan sonra hep beraber langırt oynamaya başladık... Ben o kadar kötü bir oyuyordum ki, her ikisi kahkahalar arasında “O eleştirileri yazanın sen olduğuna artık inanmıyoruz” diyerek benimle dalga geçmeye başladılar.

O geceden sonra bazen Erman Han’daki Varlık Film yazıhanesinde, bazen Ortaköy’de, bazen bir başka lokalde bir araya geldiğimiz ve tartıştığımız oldu. Aramızda saygıya dayanan bir “arkadaşlık” doğmuştu…
Sinemanın Varlık Film sermayesi ile soluk almaya çalıştığı günlerdi. Şirket piyasaya inanılmaz paralar kazandırıyordu. Ama sinemamız, 12 Eylül öncesi ve 12 Eylül Darbesi travmaları, bir de cinsellik konusuna saplanıp kaldığı için seyirlik filmler çıkartamıyordu. O yıllarda bazı sinemacılarımızın bu tutumunu "kriz-entelektüel" sinema diye adlandırmıştım.

Benim en büyük iddialarımdan biri Türk seyircisinin tarihi filmlere aç olduğu teziydi. Nitekim iddiam, 1996 yılında bu tartışmalardan çok uzakta bir yönetmen tarafından ispatlanacaktı. “İstanbul Kanatlarımın Altında” tüm anakronik ve bilgi hatalarıyla dolu öyküsüne rağmen seyirciyi sinemaya çekmeyi başararak benim tezimi doğrulayacaktı.

Sohbetlerimiz boyunca biraz daha geç dönemleri, II. Mahmud’un tahta çıkışı günlerini, Yeniçeriliğin ortadan kaldırılışını anlatmanın çok ciddi bir seyirci çekeceğini belirtiyordum. Bir başka hikâyem de daha sonra senaryosunu yazdığım Abdülaziz’in halli meselesiydi ki, bunların hiçbiri bu tartışmaların dışına taşıp hayat bulma imkânına kavuşamıyordu… 

Yusuf Bey ise 68 Kuşağı solculuğunun var ettiği bakış açısını terk edemiyordu. Çünkü onu Yusuf Kurçenli yapan felsefe veya ideoloji buydu ve sanat eserleri de bunlardan bağımsız olamıyordu… Yine de Kurçenli’yi diğer yoldaşlarından ayıran sinema dilindeki arayıştı. Bazı filmlerinde kullandığı geleneksel sanatlara ait motifler, bakış açısını Anadolu insanının durduğu yere çekmek istediğine dair ipuçları veriyordu…

Aradan yıllar geçti.  Bir defa Antalya Film Festivali, bir iki defa farklı mekânlarda karşılaştık ama onun kanser olduğunu en son öğrenenlerden biri ben oldum. Son filmi ‘Yüreğine Sor’un basın gösteriminde yeniden yüz yüze geldik. Kucaklaşıp hasret giderdik. Filmini gerçekten çok beğenmiştim. Yazacağım tüm şeyleri ayaküzeri Yusuf Kurçenli’ye anlattım. Çok mutlu oldu. Ben de çok mutlu olmuştum ama mutluluğum kısa sürdü, çünkü kanser olduğunu bu konuşmadan sonra öğrendim.

Vefatını duyduğum ilk anda bir dostuma dediğim gibi, “Gittikçe artıyor yalnızlığımız” dizesini düşünerek Yusuf Kurçenli’ye Tanrı’dan rahmet diliyorum.

Bu yazı, 24 Şubat 2012 tarihli TGC Bizim Gazete'de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder