SAYFALAR

13 Ocak 2011 Perşembe

Sinan Çetin’in Kağıt Filmi ile Kutsal Devlet Zihniyetine İsyan Ediyor

Genç, idealist bir yönetmen olan Emrah (Öner Erkan’ın canlandırdığı Emrah aslında Sinan Çetin’in kendisidir!), ilk sinema filmini çekmeye çalışmaktadır. Emekli gümrük muhafaza müdürü olan babası Mehdi Bey (Ahmet Mekin), oğluna idealindeki evlat portresini dayatan, devleti kutsal belleyen bir babadır (ki biz onu Propaganda filminden tanıyoruz, orada Kemal  Sunal’ın canlandırdığı dürüst memur Mehdi Bey’di). 


Emrah, arkadaşları ve annesi Şahane Hanım'ın (Ayşen Gruda ki, biz onu Meral Orhonsay’ın canlandırdığı Şahane olarak yine Propaganda’da tanımıştık) desteğiyle yapımcılardan para vaadi arak devrimci bir film çekmeye başlar…  Fakat Türk seyircisinin sinemaya nasıl çekileceğini bilen yapımcı onun bir yıldız ile çalışmasını ister. Sarışın ve aptal bir kadın oyuncuyu tavsiye eder. Emrah bunu da kabul eder ama karşısına Ankara’nın dev bürokrasi çarkları çıkar... Emrah'ın, hayalleriyle arasında Müzeyyen Hanım'dan (Asuman Dabak ki, Propaganda’da “Ankara Ankara seni görmek ister her bahtı kara nakaratındaki bahtı karaları yaratan bürokratlardan biridir) alacağı son bir imza kalmıştır. İşler ters gider. Emrah filmi çeker ama izni alamaz. Çünkü bürokrasinin alt kademesindeki bu küçük memure, bugün artık cümle âleme komik gelen, “film çekmek için senaryonun tasdik edilmesi şartını içeren” bir kanunu öne sürer: üstelik kültürel, ahlaki ve ulusal gerekçelerle; üstelik kör bir inatla...

Filmin tümünü özetleyecek değilim elbette… Verilmeyen o izin yüzünden Emrah'ın bütün dünyası başına yıkılmıştır. Sonunda devrimci film çeken, devrimci genç yönetmen Emrah tutuklanır.  12 Eylül Darbesi o hapisteyken gerçekleşir. Darbeden bir yıl sonra bir intikamcı olarak Ankara’ya bir daha geri dönmemek üzere döner! İntikam planı tıkır, tıkır işler ve finalde seyirci acıklı bir sürprizle, ağlamaklı biçimde salonu terk eder… 


Sinan Çetin, Türk sinemasına, 1975 yılında çekilen Hanzo filminde, Devrimci Ekol yönetmenlerinden Zeki Ökten'e asistanlık yaparak girdi. Çetin bu filminden sonra Bir Günün Hikâyesi (1980), Çiçek Abbas (1982), Çirkinler de Sever (1982), 14 Numara (1985) gibi  filmlerle adından söz ettiren bir yönetmen oldu.


1985 yılında çektiği Prenses filmiyle birlikte kamerasını ve spotlarını bu ekole çevirdi ve bir zamanlar devrim yolunda birlikte yürüdüğü yoldaşlarının “halet-i ruhiyesi”nin röntgenini çekerek cesur bir adım attı. 1985 yılında çekilen iddialı filmlerden Kan (Şerif Gören), Kurbağalar (Şerif Gören), Kurşun ata Ata Biter (Ümit Elçi) ve Kuyucaklı Yusuf (Fevzi Tuna) gibilerin arasından sıyrılarak hemen gündeme oturan Prenses gerçek anlamda bir şok dalgası yarattı. Türk sinemasının devrimci ezberini bozdu. Bu yüzden, eski yol arkadaşları tarafından aforoz edildi. Hatta bir ara sokağa bile çıkamaz hale geldiği söylendi. 


Prenses’te izleyicisine söylemek istedikleri çok netti: Yaşadığı olaylar onu iki şeyden soğutmuş görünüyordu: biri komünist yoldaşlığından, biri de kutsal devlet ve ona tapınan isteriklerden... 


Çetin, sosyalizmle ciddi biçimde uzaklaştıktan sonra gerçek bir kapitalist olarak yoluna devam etti. Bundan sonra, aynı yıl Gökyüzü’nü ve ardından Berlin in Berlin (1993), Bay E (1995), Propaganda (1999), Komser Şekspir (2001), çekimi 7-8 yıl süren Romantik (2007) filmlerini yönetti. Bu filmlerde, Prenses’de olduğu gibi “kesin inançlılarla” mücadele etmek yerine geleneksel-muhafazakâr değerleri eleştirdi, bireysel ve genel toplumsal sorunları cinselliğin de kullanıldığı bir dille anlatmayı denedi. Bu yüzden “tecimsellikle” suçlandı! 


Sinan Çetin, en kişisel filmi saydığı Gökyüzü, anne ve babasının gerçek isimlerini ve yaşadıkları hayattan bir kesiti anlattığı Propaganda filminde bile Kağıt’taki kadar kendi hayatından yola çıkarak kendisini, yaşadıklarını ve yaşatanları anlatan bir başka film çekmemişti.  Bu yüzden Kağıt, yönetmenin filmografisinde çok özel bir film olarak yerini alacak. Şunu da söylemeden edemeyeceğim. Çetin aslında Prenses’ten bu yana hep aynı şeyi söylüyor: “Hiçbir dava, insan hayatından önemli değildir. Devlet bir araçtır, aygıttır insana hizmet için vardır ve kutsallaştırılamaz…”


Sinan Çetinin, Prenses ve sonraki filmlerinde dile getirdiği bütün bu önemli fikirler, ne dünya ne de Türk fikir hayatı için yeniydi. Karl Popper’dan Ayn Rand’a kadar, Aydınlanmacı ve kapitalizme gönül vermiş aydınların devasa eserleriyle tüm dünyaya yaydıkları bu fikirlerin Türk temsilcilerinin çoğu Sinan Çetin’den daha çok sıkıntı çekmişlerdi…  


Cumhuriyet Türkiye’sinde bu fikirleri ilk defa dile getirmeye çalışan Serbest Fırka hareketi ve onun lideri Ali Fethi Okyar tasfiye edildi. Demokrat Paarti, Türk köylüsünü liberal kapitalist bir çizgiye çekmeye çalışarak CHP’nin “kutsal devlet”çiliğine karşı durdu ama tarihe gömülmekten ve Adnan Menderes’in başına vermekten kurtulamadı. 


Süleyman Demirel,daha AP’nin başına gelmeye çalıştığı günlerde “kutsal devlet” tarafından itilip kakıldıktan sonra, “Bu ülkede 50 sene doğru dürüst siyaset yapılamaz!” diyerek şapkasına alıp ilk gidişinden itibaren tam 7 kere daha gitti geldi ama amacına ulaşamadı! Turgut Özal biraz daha ileri gitmesine rağmen ömrü yetmedi! Şimdilerde Millî Görüş gömleğini çıkartan ve iki dönemdir Türkiye’yi yöneten Başbakan Tayyip Erdoğan aynı fikirleri savunuyor. Bu sebeple Sinan Çetin bir “avantgarde” olmadığı gibi bugün artık yalnız da değil.


“Sinan Çetin’i ve filmlerini özel kılan nedir?”, diye sorulacak olursa, öncelikle şu söylenmelidir: “Kesin inançlı” devrimci yoldaşlarının göremediğini görmüş, fikirlerini destursuz söylemiş ve kurduğu yeni fikir dünyasını cesur biçimde hayata geçirmiştir. 


Diğer yandan kökleri Sivil İtaatsizliğin önderi Henry David Thoreau (1817 - 1862) gibi iktidara asla bulaşmamış, her türlü erke kafa tutmuş insanların fikirlerinden esinlendiği de belli olan Çetin, kimi zaman siyasi iktidarlarla işbirliği yapmaktan çekinmeyerek (Tansu Çiller’in danışmanlığı gibi) açık biçimde çelişkiye düşmüştür. 


Kâğıt filmine döndüğümüzde Sinan Çetin’in, kendine has duruşunu bozmadan, durgun suya yeniden taş attığını söyleyebiliriz…


Bakalım bu taşın suda yarattığı halklara Prenses ve Propaganda kadar etkili olabilecek mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder