SAYFALAR

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Afterlife (Diriliş) : Seni Anacak Teneşir Paklar !

Hikâye, bildiğimiz basit bir sevgililer zıtlaşması ile başlıyor. Kız, aniden alınganlaşıyor. Nenelerimizin dediği gibi aslında ona “Gözüne bir görünür mü var Kızım? Kış, kış!” demek lazım ama filmin içine giremiyorsunuz ki… Nitekim durum oraya doğru gidiyor… Yaşını ikmal etmiş müzik öğretmeninin ölümüyle Anna’nın kâbusları başlıyor. 



Böylece ortaya tam bir “gözüne görünür mü var?” durumu çıkıyor. Anna, artık sevgilisinin aşk oyunlarına cevap vermiyor. Her şeyi yanlış anlamaya başlıyor. Sonunda bir restoranda sevgilisi ona evlenme teklif edecekken paranoyak davranarak terk edildiği hissine kapılıyor ve restauranttan çıkıyor. Otomobiline binip hem cep telefonu konuşup hem araba kullanmak isteyince feci biçimde bir kamyonun altında kalıyor.

Anna’nın cesedini, kocaman ölüm beyazı bir odada, insanın içini ürperten bir teneşirde görüyoruz. Burada Anna ile güya kasabanın cenaze müdürü denilen Elliot adında bir adam ilgileniyor. Ama bu Elliot ölülerle konuşuabiliyor! Ölülerin (daha doğrusu ruhların) “Ben daha ölmedim lütfen beni bırak, evime gideyim!” yalvarmalarından bıkan bu adam, güya ruhları artık öldüklerine ikna ediyor… 

Anna’nın ruhu da aynı merhalelerden geçiyor. Ölümü tıbbi rapor ile sabit genç kadın sonunda mücadeleden vaz geçiyor taki…
Agnieszka Wojtowicz-Vosloo’nun yönettiği ve Christina Ricci, Liam Neeson, Justin Long ile Chandler Canterbury’nun oynadığı Diriliş (Afterlife) aslında insanı ikilemde bırakan bir film. Anna, gerçekten ölmüş müdür yoksa hala sağ mıdır, sorusu film boyunca içinizi bir mezar kurtçuğu gibi kemiriyor. Hatta film bittikten sonra bile…

“Acaba yönetmen ruhların yaşamı terk etmemem arzusunu alegorik bir dille mi anlattı?” sorusunu şu yazıyı yazdığımda bile soruyorum!

Filmin en önemli özelliği, dini metinlerin, ceset ve ruh arasındaki ayrılma gerilimini anlatan bölümlerinden bol bol faydalanmış olması gibi geldi bana. Çünkü pozitivist yaklaşıma göre, insan maddi varlığından ibarettir ve bedenin ölümü ile yaşam biter. Ruh diye bir şey olmadığı için ceset, topraktaki gübre işlevini yerine getirir!

Bizler, her ne kadar Aydınlanma Çağı sonrasının çocukları olsak da, ruha ve ruhun ölümsüzlüğüne içten içe inanıyoruz. Bana göre yönetmen hemen her insanın içindeki bu ikilemden faydalanarak izlerine heyecanlı, korkutucu ve düşündürücü bir gerilim filmi sunuyor… 

Tabii filmin çeşitli okumaları üzerinde isteyen istediği gibi kafa yorabilir. Belki de yönetmen, cenaze evini dünya, ölüme titizlikle hazırlanılan ani yaşamın ta kendisi ve nihayet mezara konduğumuz anı da bitiş anı gibi göstermek istemiş olabilir. Ki bu durumda, bu dünya yaşamının, ne kadar titizlenirsek titizlenelim sonunda bir hiçe dönüşeceğine dair vurgu olur ki, en bilgecesi de bu olmalı..

***

Nenelerimizden kalma şu sözü hiç unutmamak lazım: İnsan hiç ölmek istemez ama neticede hepimizi teneşir paklar!

1 yorum:

  1. filmi yazanların hiç böle şeyler düşündüklerini, kafaya bu kadar taktıklarını düşünmüyorum.böle bir tavır diyalogları fazlasıyla arttırırdı ki bu da izleyici kitlesini değiştirirdi, o zaman da bu film büyük ihtimal beyaz perdeye düşmezdi.daga referansa dayalı bir yayılma noktası olurdu.hatta öle olsaydı, anime olarak bile çıkardı.sinergetic holoism

    YanıtlaSil