SAYFALAR

3 Ekim 2009 Cumartesi

*SİNEMANİ / Ben ve Biz Üzerine Özgürlükçü Bir Yaklaşım

AKSAV’ın basın halkla ilişkilerini hazırlayan Bir İletişim’in gönderdiği, geçen ayın son günü gelen Basın Bülteni doğrusunu söylemek gerekirse biraz burukluk yarattı. "Ödüllü Yönetmenler Antalya Jürisinde" başlıklı bültenin buruk yanına geçmeden bir parça içerikten bahsedeyim. Bir kere, Krzysztof Zanussi, Karoly Makk, Bob Rafelson ve Bille August gibi dünya çapında büyük sayılan yönetmenlerinin Antalya’da misafir edilecek olması yeni yönetimin haleflerinden aşağı kalmamak için sıkı çalıştığını göstermesi bakımında önemli. Eski yönetimin altında kalmamak çabası festivalin tek motivasyonu değil elbette. Geçen dönemin bakış açısına ve hayat felsefesine yönelik felsefi bur tutum var ki, burada takınılan tutum dikkate değer. Konuyu siz okuyucularımla daha iyi biçimde paylaşabilmem için bültenin bir bölümünü aktarmam gerek. O kısım şöyle:

"Ben bilirim" yerine "Biz yapabiliriz" anlayışıyla dünya festivali…Açılış konuşmasına, Altın Portakal Film Festivali’ni Antalya’ya ve Türkiye’ye kazandıran dönemin Belediye Başkanı Dr. Avni TOLUNAY’ı ve yakın dostu Behlül DAL’a teşekkür ederek başlayan Başkan Akaydın, "Ben bilirim’ duygusuna hiç kapılmadan "Ben" yerine her zaman "Biz" diyerek katılımcı bir anlayışla 90 günde belki de bir dünya rekoru kırarak Türkiye’nin en zengin Festival programına imza attık" diye konuştu.


Buradaki "Ben" ve "Biz" denklemi bir yandan geçen dönem festival başkanlığını yürüten Sayın Engin Yiğitgil’e bir gönderme gibi görünüyor. Ancak bu "Ben" ve "Biz" denkleminin bir başka yüzü daha var ki tarihi, ekonomiyi, birey ve toplumu algılamak ve anlamlandırmakla ilgilidir. Eğer Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Akaydın, algıladığım gibi sol geleneğin "toplumculuk" anlayışına dayanarak "ben yerine biz" denklemini kuruyorsa, ortada ciddi bir durum vardır. Çünkü 180 derece diğer tarafta olan ve dini manada "bizcilik" yapan AK Parti dönemi ile kökü sosyalizmde bulunan bizcilik benimseyişi aslında aynı düzlemdedir. Sonuç: Aynı hatalar tekrarlanacak demektir.


Ayn Rand eğer hayatta ve Türkiye’de olsaydı ortalığı toz dumana katardı ama şimdilik böyle bir tehlikeden uzağız. :)) İşin latife kısmı bir yana, kaynağı ne olursa olsun bizcilik anlayışının sonunda bir tür çıkmaz alan vardır. Çünkü birey giderek ortadan kalkar ve mesuliyet yüklenecek kimseyi bulmak zorlaşır. Zarif bir biçimde başlayan bizcilik ilkesi, tıpkı modern devletin yapısının yozlaşması gibi giderek hantallaşır ve zücaciye dükkânındaki file dönüşür… Ne kırılıp dökülenin hesabını soracak kimse bulabilirsiniz, ne zararın nerede biteceğini hesaplayabilirsiniz.Buna karşılık "Ben" diye ortaya çıkabilenlerden hesap sormak çok daha kolaydır. Bir tür şövalyelik gibi algılarsak, "Ben" diye ortaya çıkmayı, her zaman düello imkânının taşıyan bir meydan okuyuş gibi kabul etmek mümkündür:"Eğer güçlüysem rakibi atından düşürüp galibiyetimi ilan edebilirim!"


46. Festival hakkında şom ağızlılık yapmak istemem ama bu ben ve biz meselesinin sarahate kavuşturulması gerektiği kanaatindeyim. Sadece basit bir niteleme mi, yoksa algıladığım gibi kökü 19. yüzyılda, artık demode olmuş bir zihniyete suni teneffüs mü?

Hâlâ ümidimi yitirmiş değilim!


Bu yazı 02.10.2009'da Bizim Gazete'de Yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder