SAYFALAR

2 Temmuz 2009 Perşembe

*SİNEMANİ / Gardırop Festivalciliği Tarihe mi Karışıyor?

ULUSLARARASI Antalya Film Festivali üzerine yazdığım yazılar içinde en beyaz ama aynı zamanda en gri yazı bu olacak. Ferah olacak, çünkü önceki gün basın toplantısında duyduklarım beni olumlu manada şoke etti. Antalyalıların ve Türk milletinin vergilerinden kesilerek aktarılan trilyonlarca liranın çarçur edilmeyeceği ümidine kapıldım. Antalya’nın sahili ile kuzey kesimi arasındaki derin sosyal, ekonomik ve kültürel farkın farkında olduklarını anladığım yeni ekip, bir “gardırop festivali” yapmayacaklarını ilan etti. Antalya’nın yeni başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın, “Halkın Festivali” derken mutlaka bunu kast etmiştir diye düşünüyorum.



Burada bir anımı anlatacağım: 42. veya 43. festivaldi. Şehre inmek için bir dolmuşa binmiştim. Tek bir boş yer vardı. Üzerindeki fistanı eprimiş uzun boylu, yanık tenli, çekik gözlü, simsiyah saçlı bir kadın tek başına oturuyordu. Yanına kimse yanaşmıyordu. Oturdum. Kadından ter ve keçi, evet “ke-çi” kokusu geliyordu ve ağlıyordu: kısık gözlerinden iplik gibi yaşlar yanağına süzülüyor ama silmiyordu bile… Çarşıda indi. Peşinden indim. Aynen: “Neden ağlıyorsun bacım?” Diye sordum. Abartısız anlatıyorum: Kocası dağda hastalanmış. Yılmaz Güney ve Tarık Akan’lı filmlerde döne döne anlatıldığı gibi, adamcağız uygun yerde eşek sırtında uygun olmayan yerde insan sırtında köye kadar güç bela indirilmiş. Buradan şehre getirilmiş ve Antalya Devlet Hastanesi’ne bir başkasının sosyal güvenlik numarası kullanarak yatırılmış. Hastabakıcılar kadına, “Git terlik ve maşrapa vs. al” demişler. Son parasını dolmuşa vermiş. “Şimdi ben ne yaparım? Bunları nasıl alırım? Hastaneye nasıl dönerim?” Diye ağlıyordu. Gerisini anlatmıyorum ama şu kadarını söyleyeyim, bu kadıncağızı ağlatan plastik maşrapa çarşıda o gün bir milyon, terlik ise üç buçuk milyon liraya satılıyordu…



Şimdi Başkan’ın “Halkın Festivali” sözünden benim anladığım ve beklentim şudur: Milletin paralarının çarçur edilmesine müsaade edilmeyecektir! Başkan Akaydın ve Başkan Danışmanı Göksel Kumsal ve AKSAV Başkanı Dr. Arif Bulut’a apaçık söylüyorum: Size “köylü, iş bilmez, halk yardakçısı” gibi laflarla saldıracaklar. Bir zamanlar halkçılık ve solculukta şampiyonluk yapıp bugün arkalarından küfrettikleri medya patronlarının emrinde çalışan çığırtkanlardan korkmayın! Gazeteciliğe resmen başladığım 1979’dan beri kalem cambazlarını, fikir zamparalarını, hiçbir durakta beklemeyip ilk gelen otobüse binen yağcı takımını pek yakından tanıma fırsatım oldu. Siz onların esip gürlemelerine bakmayın. İnandığınızı taviz vermeden yapın. Gelecek ancak böyle kurulur. Antalya 46 yıldan beri onun bunun itirazı, çekiştirmesi, mıncıklaması yüzünden hala bir yere varıp oturamadı. En son kimlik kargaşasına düşürüldü. Hatta bir yazımda “Şizofren bir festival” diye yazmak zorunda kaldım. Ancak medyada güçlü yerlere sahip olan çığırtkan takımı “Ne oluyor?” diye bir kere bile itiraz etmediler…



Size gerçekleri gösterecek kişileri arıyorsanız, Akdeniz Üniversitesi’nin pırıl pırıl öğrencilerine arşiv taraması yaptırın! O saf ve temiz beyinlerin hazırladıkları bilgiler rehberliniz olacaktır! Daha önce Adana Film Festivali için yazdığım gibi, “Festivaller artık utanç kaynağı” olmaktan çıkartılmalıdır. Festivaller bir takım çetelerin (bunlar basın, sinema ve hizmet sektörü dâhil her alanda konuşlanmışlardır) elinde oyuncak olmaktan kurtarılmalıdır. Milyonlarca lira borç altına giren gencecik yönetmenler, sektörün yeni ve genç ekipleri sonuna kadar desteklenmelidir. Sinema için ayrılan para çetelerin eline geçmemelidir; Türk sinema sektörünü kuracak kişilere aktarılmalıdır…



Bugüne kadar defalarca yazdığım ve çok önemsediğim “Festivalin Antalyalı bir kadroya devredilmesi” konusunun yeni yönetim tarafından gündeme getirilmesi beni çok gururlandırdı: Başkan Danışmanlığına getirilen Göksel Kumsal, AKSAV’daki görevine yeniden dönen Hülya Özyol ileride Antalya Film Festivali’ni artık Antalyalıları’nı yapacağının işareti gibi görünüyor… Nitekim AKSAV Genel Sanat Yönetmeni, meslektaşım (ikimiz de SİYAD üyesiyiz) Vecdi Sayar’ın İKSV tecrübesini AKSAV’lı gençlere aktaracağını ve festivalin yeni nesiller tarafından devralınacağını söylemesi bu bağlamda sevindirici bir yaklaşımdı. Vecdi Bey bir de “Türk Sineması” yerine, “Türkiye Sineması” demeseydi.



coskuncokyigit@gmail.com

Bu Yazı 03.07.2009'da Bizim Gazete'de Yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder