MOMMO VE DELİ OLMA
Uçlarda dolaşmadan kendine yer edinmeye çalışan başka bazı filmlerin yapıldığını ancak entelektüel ukalalar ile zonta-entelektüel gişe kurtları arasında seslerinin pek duyulmadığını görüyoruz. Bu sessiz, iddiasız ve fakat bana göre çok çok başarılı filmden biri Kız Kardeşim (Mommo).
Atalay Taşdiken’in ilk filmi olan Kız Kardeşim, kelimenin tam manası ile bir “Türk filmi”. Orta Anadolu’da sıcağın cayır cayır kavurduğu bir köyde (Konya’nın
Sinemamızda Yılanların Öcü veya Yılmaz Güney’in kimi filmlerinde olduğu gibi köy hayatını “kirli dille” anlatan filmlerin aksine, Kız Kardeşim, bu kirli dile tenezzül etmiyor. Onca mahrumiyetin içinde Türk insanının yaşama sevincini, ümidini, insanımızın içindeki ışıltıyı seyirciye yansıtıyor. Filmin yönetmeni Atalay Teşdiken’i bütün kalbimle tebrik, filmi hararetle tüm okuyucularıma tavsiye ediyorum.
Bu arda sinemamızın dev karakter oyuncularından Mustafa Uzunyılmaz’ı, sinemamıza armağan ettiği yepyeni tip Kazım’ın şahsında takdirle selamlıyorum. Bravo Uzunyılmaz! Her Şey Çok Güzel Olacak’taki menemen tabağını ekmekle kalaylayan (!) mafyoz Nusret tipinden beri kılıktan kılığa girdin. Her birinde ayrı bir tipi gerçekten başarı ile tekrara düşmeden canlandırdın. Ümit ederdim ki tüm sinema tutkunları senin bu yüksek performansının farkında olsunlar…
Hayır, hayır Mustafa Uzunyılmaz’a torpil geçmiyorum… Filmin tüm ekibi başarılı bana göre. İşte o mütevazı ama ışıldayan kadro:
Elif Bülbül (Ayşe) Mehmet Bülbül (Ali), Mete Dönmezer (
DOĞUNUN 'ÜREKLİ' İNSANLARINA SELAM
İkinci film adını ilk defa duyduğum bir yönetmene ait. Bütçesi, oyuncu kadrosu itibari ile Kız Kardeşim’i geride bırakan “Deli Deli Olma”nın yönetmeni Murat Saraçoğlu. Tarık Akan (Mişka),
konuşan vatandaşlarımızın hayatı masalsı bir hava içinde veriliyor. Bu masalsı hava yöre insanının yaşadığı çetin şartlara rağmen yaratılabiliyor. Yani yönetmenimiz tabii gerçekliği bütün korkunçluğu ile verirken diğer yanda “ciğerli” yani candan, sevecen yöre insanının içinden fışkıran “yaşama arzusunu” tüm hakikati ile gösteriyor. Bir yanda piyano, bir yanda kahvehanelerde hala icra edilen “leb değmez (dudak değmez) âşık atışmaları”, bir yandan gelenekler, geçmişte yaşanmış kırık bir aşkın körüklediği haset, ülkesinden kopup gelen ailesi içinde bir başına kalmış “yeke kişi yani tek kişi yani Rus Mişka”…
Murat Saraçoğlu’na da ıkınıp sıkınmadan, “entelektüel ukalalık” taslamadan samimim bir dille bugüne kadar duymadığımız bir Türkiye hikâyesini, Doğu Anadolu’nun “ürekli” insanlarının dilinden, gözünden ve yüreğinden süzerek anlattığı için kocaman tebrikler yağdırıyorum.
Önümüz bahar ayları olduğu için belki bu iki film beklenen kadar iş yapmayacak. Olsun. Siz şimdiden ulusal sinema levhasına adınızı yazdırdınız ya.
Bu Yazı 17 Nisan Cuma Günü Bizim Gazete'de Yayınlanmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder