28 Aralık 2014 Pazar

Russell Crow, Olga Kurylenko, Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz'lı Son Umut(The Water Diviner) filmini mutlaka seyredin!

Doğrusunu söylemek gerekirse, Son Umut (The Water Diviner) filmi hakkında sadece ama sadece övgüler dizmek istiyorum. Filmi basın gösteriminde, baştan sona kadar “İçimi acıtacak bir sahne, bir diyalog veya bir imalı görüntü çıkacak mı?” diye diken üzerinde oturarak izledim. Ama çıkmadı. “The End” yazısını gördüğümde içimde “Bu film, gerçekten ‘ahlaklı’ bir yönetmenin elinden çıkma. Basın konferansında bunu kendisine söylemeli ve tebrik etmeliyim!” fikri uyandı. Sonuç olarak öyle de oldu. Russell Crowe yanında Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz ve Olga Kurylenko olduğu halde karşımıza oturduğunda bayağı heyecanlı olduğunu fark ettim. Ben de heyecanlıydım. Çünkü aynı zamanda ona rahmetli Ergun Göze’nin yazdığı, Çanakkale Savaşlarını birkaç perspektiften ele alan ve Türçe-İngilizce metinli Kuğunu Son Ötüşü kitabını hediye etmeyi düşünüyordum. Türk PR yetkilileri kitabı yardımcısına veya korumalarına vermem gerektiğini söyleseler de Crowe ona hitap etmemden sonra kitabı bizzat almayı tercih etti. Mütevazı ve sıcakkanlıydı...

Russell Crow’a içimden gelerek, “Ahlaklı bir film yaptığınız için sizi tebrik ediyorum!” demiş olmak benim için adeta bir görevdi. Çünkü çok uzun yıllardan beri Türkler ve mensup olduğum din ile ilgili iç açıcı filmler yapılmıyordu. Bu bağlamda Son Umut, umutlarımızın tükendi bir anda içimizi ferahlatan bir damla su oldu.

HİKÂYESİ
Avusturalyalı bir çiftçi olan Connor (Russell Crow), üç oğlunu Çanakkale Savaşı'na göndermiştir. Çanakkale Savaşı'nın ardından Türkiye'ye gelen Connor'ın tek hedefi uzun süredir haber alamadığı oğullarının izini bulabilmektir. Connor'ın İstanbul'da başlayıp Çanakkale'ye ve oradan da ülkenin çeşitli yerlerine uzanan bu arayış yolculuğunda en büyük destekçileri Türk subayları Hasan (Yılmaz Erdoğan) ve Cemal (Cem Yılmaz) olacaktır. Connor İstanbul’da tanıştığı Ayşe (Olga Kurylenko) ile de duygusal bir ilişki yaşayacaktır…

Yönetmenliğini Russell Crowe’un yaptığı filmin senaryosu ise Andrew Anastasios ve Andrew Knight ait. Senaristlerden Anastasios, Çanakkale savaşları sonrası defin işlerinde çalışan Yüzbaşı Cyril Hughes’un bir mektubunda gördüğü “Yaşlı bir adam oğlunun mezarını aramak için Avusturalya’dan buralara kadar geldi” cümlesinden yola çıkarak hikâyeyi kendi açılarından gerçek bir vakaya dayandırıyor. Bu, Connr’ın hikâyesi bağlamında önemli. Çünkü İngiliz hâkimiyetinde iken bilâ-mecbur askere alınan çiftçi çocukları ANZAC (Avustralya-New Zealand-Army-Corporation) adı altında Osmanlı’nın ümüğünü sıkmak üzere dünyanın bir diğer ucuna ölüme gönderilmişlerdi… Bizim açımızdan ise onlar, savaş vakti “Kimi yamyam, kimi Hindû, kimi bilmem ne belâ” mesabesindeydiler. İşte Russell Crowe, bu açıdan, her yıl sadakatle gerçekleştirilen Şafak Ayini törenlerine rağmen Türk insanının bugüne kadar kuramadığı empatiyi de yaratabilecek bir atmosfer kurmuş. Bu bağlamda onu bir kere daha tebrik etmek gerek.

Filmdeki oyuncular için bir iki söz etmem gerekirse, Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan’ın Oscar ödüllü bir oyuncu ile aynı çerçeveye girmeleri ve uluslararası piyasada görünecek olmaları Türk Sineması’nın kuruluşunun 100. Yıldönümü olduğu da hatırlanırsa gerçekten sevindirici. Bu bakımdan da Russell Crowe’a teşekkür etmeliyiz. Belki de bu el sıkışma, Türk sinemasının 101. Yılından itibaren dünya sineması olma yoluna itebilir…


Son sözüm: Bu filmi mutlaka seyredin. Ailenizle, arkadaşlarınızla, eşinizle, dostunuzla... Ama mutlaka izleyin!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder